Viyana’yla ilgili doğru bir izlenime sahip olmanız için bizce ilk yapmanız gereken, kafanızdan Prag-Budapeşte-Viyana üçlüsü turunu silip atmak. Prag ve Budapeşte iyi bir ikili olabilir ama Viyana yanlarında ancak third wheel olur. Bu demek değil ki Viyana kötü, çirkin, gitmeye değmez. Tam tersine, Viyana bambaşka bir şey ve hakkını vermek için ona ayrı bir şey gibi davranmak en ideali olacaktır.
Bu şehirle ilgili ilk izlenimimiz güzel ama soğuk oluşuydu. Soğuktan kastımız tamamen havayla açıklanabilecek bir şey değil. Viyana’ya karşı hislerimizi açıklayabilecek en doğru kelimeler belki de “asil ve steril”. Viyana bir insan olsa, sokaklarda sık karşılacağınız türden, şık giyimli, eski aristokrat görünümlü yaşlı bir kadın olurdu. Ben (Rüya) ilk gün Viyana’yı hiç sevmezken, yolun karşısından bize doğru gelen böyle bir kadına “işte Viyana bu!” diyerek Ender’in de modunu düşürmüştüm adgfgds.
Sizin modunuz düşmesin, çünkü Viyana bizim için geri dönüp baktığımızda hala sevip sevmediğimize tam karar veremediğimiz, tuhaf hisler beslediğimiz, bir yandan tekrar gitmek istediğimiz bir şehir haline geldi. En azından Viyana’nın size DOLU DOLU bir seyahat sunacağından emin olabilirsiniz. O zaman başlayalım.
Pahalı mı? Ne kadar harcanır?
Evet Viyana pahalı bir şehir. Viyana’ya gitme kararı verirken yine kafanızda Prag-Budapeşte-Viyana üçlemesi varsa yanlış fikirler edinebilirsiniz, yapmayın. Bir kere bu şehir çok elit bir şehir. Mesela Prag’a gidip öğrenci kafasıyla bir seyahat yaşasak, hatta bir yaz akşamında konaklamaya para vermemek için Charles Köprüsü’nde sabahlasak, hala Prag’ı keyfince yaşamış olabilirdik. Ama bizce Viyana’nın ruhunu deneyimlemek için para harcamak gerek. O asırlık kafelerinde tatlı yemek, onlarca müzeye saraya girip çıkmak, imkanınız varsa operaya baleye gitmek, hatta daha da abartıp coşayım derseniz hala devam eden aristokrat balo deneyimlerine katılmak isteyeceksiniz. Bu elitlik ilgimi çekmiyor, üstüne üstlük ben müze insanı değilim dışarıdan bakar geçerim derseniz, bizce Viyana’yı sevme ihtimaliniz biraz düşük.
Viyana’da görmek isteyeceğiniz BİR DOLU müze ve saray var. Bunların en azından bazılarına girip bakmazsanız bizce yazık edersiniz. Zaten bunlara girmeyecekseniz Viyana’yı 1 günde bile gezebilirsiniz. Gelelim konumuza, tabii bu turistik aktivitelerin de bir bedeli var. Bizim Viyana gezimizde en çok para harcadığımız şey tartışmasız olarak bunlar oldu. Yurtdışına çıktığımızda önünden geçtiğimiz her müzeye/saraya/kiliseye girmek için karşı konulmaz bir istek duyan müze çılgınlığımızın artık farkında olup bu eğitilmez özelliğimizi kabullendiğimiz için biz önceden müze kartı almıştık. Bunun linkini de şöyle verelim:
Bu kart size çoğu turistik yere ücretsiz ve sıra beklemeden girme hakkı veriyor. Kartın ücreti oldukça yüksek, o yüzden önceden gitmek isteyeceğiniz yerleri belirleyip bir fiyat karşılaştırması yapmadan almamanızı öneririz. Biz bu kartla kar ettik çünkü Viyana gezimiz çoğunlukla müze gezerek geçti agdfgds. Zaten çok soğuk olduğu, hatta soğuktan dışarda yürürken kafalarımızı kaldırıp etrafa bakma zahmetine bile giremediğimiz düşünülürse çok da şikayet etmiyoruz bu durumdan. Nerelerde geçtiğini yukarıdaki siteden kontrol edebilirsiniz, biz de aşağıda gezdiğimiz yerleri anlatırken Vienna Pass geçen yerleri “*” ifadesiyle belirteceğiz. Hatta geçmeyen yerleri de özellikle yazacağız ki sizin hiç efor sarf etmenize gerek kalmasın adfghsd.
Tabii ki Viyana’da her şey gibi yeme içme de pahalı. İlla ki uygun fiyatlı karnınızı doyurabileceğiniz alternatifler vardır ama biz gelmişken Viyana’nın kültürel miras adı altında geçen o meşhur kafelerinde oturmak falan da istediğimiz için biraz pahalı tarafından deneyimlemiş olduk. Yeme-içme kısmında epey bir mekan inceleyeceğiz, burada birkaç örnek verip geçelim dedik:
Popüler bir restoranda şnitzel: tavuk ise 13-15 € civarı, et ise 20 € gibi
Kahve: Nerede ve nasıl bir kahve içeceğinize göre 2.50-6 € civarında değişiyor
Popüler kafelerde tatlılar: 5-9 €
Bira: 3-4 €
Şarap: 2.5 €’dan başlayan fiyatlara bulabilirsiniz
Ulaşım
Ulaşım Viyana’da oldukça rahat, gitmek isteyeceğiniz her yere metro ve tramvayla kolayca ulaşabiliyorsunuz. Üstelik metro bütün gece çalışıyor, ilaveten çalışan gece tramvay hatları da var. Ulaşım konusunda sizi çok rahatlatacak bir önerimiz var, tabii ki ulaşım kartı. Şu siteden bakabilirsiniz:
https://www.wienerlinien.at/eportal3/ep/channelView.do/pageTypeId/66533/channelId/-47345
Bu kartı 24, 48 veya 72 saatlik alabiliyorsunuz. 72 saatliği 17 euro idi. Kartı almazsanız tek biniş 2.40 euro. Kart Viyana’nın merkez bölgesindeki ulaşım araçlarını kapsıyor, aşağıda anlatacağımız yerlerin hepsi için geçerli. Çılgın planlarınız yoksa kartın kapsama alanından çıkmayacağınızı tahmin ediyoruz.
Havaalanı ulaşımını kapsamıyor kart, ancak bu karta sahipseniz ciddi bir indirim söz konusu. Normalde tek yön 4.10 euro olan ulaşım 1.80’e geliyor. Bu biletleri otomatlardan aldığımız ve yönlendirmeler İngilizce olmasına rağmen indirim tiplerinin hepsi Almanca yazdığı için epey zorlandık keşfedene kadar. Meğerse yanlış yere bakıyormuşuz, tepede “exclude city fares” benzeri bir şey yazan bir kutucuğu işaretlediğinizde bu indirimden faydalanabiliyorsunuz. Neyse, sonuçta bu kartı almanızı şiddetle tavsiye ediyoruz, zira toplu taşımada bir biniş 2.40 euro olduğu için bayağı kar ediyorsunuz her türlü ve kafanız da rahat oluyor, her seferinde bilet almakla da uğraşmıyorsunuz. Son olarak, sizi korkunç bir hüsrana uğratacak seviyedeki para cezasından kaçınmak için kartı kullanmaya başlayacağınız dakikada aktive etmeyi sakın unutmuyorsunuz (bindiğiniz yerde mavi kutucuklar göreceksiniz, kartı oraya sokmanız yeterli).
Nerede kaldık?
Tabii ki her zamanki gibi Airbnb tercih ettik. Şansımıza yüksek puanlı, bol yorumlu ve aslında ucuz olmayan bir evin sahibi evini daha kurumsal bir hesaba geçirdiği için bu güzel evi yeni açılmış ev statüsünden dolayı ucuz fiyata kiralayabildik. İlk başta evi çok beğenip (fiyat/performans olarak gerçekten Viyana standartlarının çok üzerindeydi) hiç yorum olmadığı için ciddi anlamda tereddütte kalmıştık. Hatta riski alalım mı diye story’de sormuştuk da %90’ınız hayatımızı riske atmıştı ahsdgfhg. Neyse sonradan ev sahibini, diğer evlerini falan kurcalayınca baktık ki aynı ev eskiden sitede varmış. Sahibine yazdık durumu, bu sizsiniz di mi bir sorun yaşamayız diye, böylece içimiz de rahatladı. Bu da Airbnb ile ilgili öğrendiğimiz faydalı bir bilgi oldu. Bundan sonra mis gibi ve ucuz görünen evlerden öyle hemen vazgeçmiyoruz. 😏
Neyse, evimiz Ottakringer sokağındaydı. Metroya 3 dakika yürüme mesafesinde olduğu için inanılmaz rahat ettik ulaşım konusunda. Aşırı merkezi konumlarda konaklamalar uçuk olacağı için metro ya da tramvaya yakınlığı göz önünde bulundurup böyle bi tık uzağa bakabilirsiniz. Bunun ikinci bir artısı da zaten turistlikten ölerek gezdiğimiz (özellikle kısa süreli) gezilerde şehrin göbeğinde kalmaktansa daha çok yerlilerin yaşadığı sakin mahalleleri de şöyle bir görmek bizce.
Zaten biz Airbnb’yi özellikle oranın yerlisi gibi hissettirdiği için seviyoruz. En basitinden evlerini nasıl dekore ettiklerini görmek bile bize bir artı gibi geliyor. Bunun yanında, kendimize ait bir mutfakta yemek yapabilme fırsatımızın olması özellikle uzun süreli bir seyahat ise bizim işimize geliyor. Son olarak, bütün gün gezdikten sonra otel soğukluğu yerine kendi evimize dönme hissiyatını yaşamak çok hoşumuza gidiyor. Öyle ki, kaldığımız yerleri her gezimizde son gün içimizde neredeyse kendi evimizden ayrılmış gibi bir burukluk oluşacak kadar benimsiyoruz.
Airbnb’de gayet makul fiyatlara (çoğu zaman hostellerden bile daha makul), ulaşımı çok rahat evler bulmak mümkün.
Gezilecek Yerler
St. Stephan Katedrali ve çevresi
Viyana’nın en işlek meydanlarından biri (belki de en işleği) olan Stephansplatz meydanında bulunan bu kiliseyle bizim anılarımız hiç de iç açıcı değil açıkçası. Gece 1 saat boyunca yarın nasıl bir rota yapalım diye düşünüp, sabah 9’da açıldığını gördüğümüz için ilk olarak bu kiliseye gelmeye karar vermiştik. Hatta Vienna Pass’e ücretsiz olduğunu düşündüğümüz şehir manzaralı (!) kulesine çıkmak için yanıp tutuşuyorduk. Ancak günün ilk şokunu kuleye çıkma ücretinin Vienna Pass’e dahil olmadığını öğrenerek yaşadık. Sabah 9’da maalesef ki hiç bir müze de açık olmadığı için, vaktimiz boşa gitmesin diye 6’şar euro verip 898948 basamak çıkmayı göze aldık. Nefes nefese bu yolculuğumuzu sonlandırdığımızda ise günün asıl şokunu yaşadık. Kulenin tepesinde hiç ama hiç bir şey yok. Gerçekten ne manzara var, ne de manzarasız bile olsa dışarı bakabileceğiniz bir balkon falan. Sadece bir TOURIST SHOP yapmışlar. Ufacık telli pencerelerden başka hiç bir yerden dışarıyı göremiyorsunuz. Zaten bu meydandan kesin yolunuz geçeceği için gelmişken kiliseye girilip bakılır. Güzel ve görkemli bir katedral. Ama hata yapıp bu kuleye çıkmayın bizce.
Saraylar
Schönbrunn*
Hanedanlığın yazlığı işlevini gören Schönbrunn Sarayı yaptığımız turistik şeylerin arasında en sevdiğimiz olmaya aday. Burası dev bir saray, binlerce odası, devasa bir bahçesi ve bu bahçenin içinde çiçek bahçesinden tutun hayvanat bahçesine kadar varan türlü atraksiyonları var.
Binlerce oda dedik diye hemen telaşlanmayın, küçük tur seçerseniz 22, büyük tur seçerseniz 44 odayı gezebiliyorsunuz. Biz kesinlikle büyük olanı tavsiye ediyoruz çünkü gerçekten çok keyifli. Özellikle audioguide almayı unutmamanızı tavsiye ediyoruz. Çoğu turistik yerde Türkçe guide olmuyor, biz ilk defa burada Türkçe denedik ve çok verim aldık. İngilizceniz ne kadar iyi olursa olsun anadiliniz olmadığı zaman hem etrafa konsantre olayım hem anlatılanları dinleyeyim deyince pek olmuyor bizce.
Odalarda saray hayatıyla, imparatorluğun tarihiyle, Franz Joseph ve eşi Kraliçe Elisabeth (nam-ı diğer Sisi) ile ilgili bir sürü şey öğreniyorsunuz. O kadar spoiler vermeyelim de gidince biraz şaşırın. Sarayın bahçesinde ek bir binada kraliyet arabaları müzesi var, küçücük bir müze ve gezmesi zevkli.
Ayrıca sarayın bahçesinde portakal bahçesi, çiçek bahçesi (Viyana Pass burada geçmiyor), labirent bölümü (kışın kapalı oluyor), çöl deneyimi ve hayvanat bahçesi (☹) var.
Hofburg*
Ehehe geldik içimizde birtakım krizler yaratan saraya. Tam bu sarayın önüne geldiğimizde içimiz dışımız müze olmuş vaziyetteydik (Viyana Kart’ın parasını çıkarmak için her yere giriyorduk :))) ). Burada da girelim girmeyelim, girelim girmeyelim tartışması oldu birazcık, sonra girmeye karar verdik. Sarayın giriş avlusu o kadar güzel ki anlatamayız görmeniz lazım (Fotoğrafta görüyorsunuz zaten). Sarayın içi de gerçekten güzel dizayn edilmiş odalardan oluşuyor. Tabi biz bu sarayı gezerken içimizden “Nolur bitsin artık.” diye geçirip gezdiğimiz için kendimizi çok veremedik, ama oturup kalkıp sürekli müze gezdiğiniz bir günde gelmezseniz memnun kalma ihtimaliniz yüksek.
Saraydan ayrı olarak bir de Sisi Müzesi var bu komplekste. İçerisi ise adeta kocaman bir çeyiz takımı. Belki artık müzelerden çok darlandığımız için bize işkence gibi geldi, bilmiyoruz siz sever misiniz ama gerçekten tabak, çanak, çatal, kaşıkla ağzına kadar dolu bir müze düşünün. Yukarıda da bahsettiğimiz Sisi ablamız yememiş, içmemiş bütün varını yoğunu çatal kaşığa yatırmış. Altınından, gümüşüne, fildişinden, porselenine her türlü malzemeden yüzlerce çeşit. Sonuç olarak eğer 3 saray gezemem ben o kadar da değil derseniz, ne yazık ki bize göre Schönbrunn ve Belvedere’ye karşı elenecek olan saray Hofburg olacaktır.
Belvedere*
Burası, içinde Gustav Klimt’in The Kiss tablosunu barındırması sebebiyle bizim için kesinlikle görülmesi gereken bir yerdi. Aslında burası bir saray, ama günümüzde sanat müzesi işlevi görüyor. Hatta sayfasında “Mimarinin ve sanatın buluştuğu eşsiz bir deneyim” diyerekten reklamını yapıyorlar.
Çok geniş bir alana yayılmış Belvedere, büyük bir bahçesi ve 3 binası var. Bunlardan Upper (Yukarı) Belvedere’de Ortaçağ’dan başlayarak Avusturya sanatını şekillendiren farklı dönemlere ayrılmış odalar var. Avusturyalı ünlü ressamlardan Klimt ve Schiele’nin eserlerine ek olarak Monet, Van Gogh gibi büyük ressamlara da rastlıyorsunuz. Ayrıca geçici sergiler de oluyor. Lower (Aşağı) Belvedere’de geçici sergiler, Belvedere 21 binasında ise çağdaş sanat eserleri sergileniyor.
Belvedere’nin bir diğer özelliği Avusturya’da açık erişim politikasını benimseyen ilk müze olması, eserlerin büyük kısmına ücretsiz online erişim varmış.
Bu arada, işe yarar bir ipucu vermiş olalım. Bu sadece Viyana için değil, çoğu şehir için geçerli, ama Viyana “bu kadar müzeyi nasıl bitireceğim” düşüncesiyle neredeyse size panik atak geçirtebilecek bir potansiyele sahip olduğu için bura için özellikle söylüyoruz. Gezinizi planlarken mutlaka MÜZELERİN KAPANIŞ SAATLERİNİ KONTROL EDİN, bazı günlerde müzeler akşam saatlerinde de ziyarete açık oluyor. Cuma günleri akşam 9’da kapandığı için biz Belvedere’ye bu şekilde geldik, böylece gündüz vaktimizden kazanmış olduk. Bizce böyle yapmak The Kiss açısından da avantaj sağladı çünkü gündüzleri önünün çok kalabalık olacağını ve doğru düzgün hevesimizi alamayacağımızı (blogger burada fotoğraf çekemeyeceğimizi demek istiyor agdfg) düşünüyoruz.
Bahçeler & Binalar
Burggarten – Heldenplatz – Volksgarten
Stephansplatz’tan sonra bir turist olarak kesin geleceğiniz bölgenin içinde bu alan. Hem müzeler bölgesine, hem aşağıda bahsedeceğimiz ve sizin mutlaka görmek isteyeceğiniz bazı binalara yakınlığı sebebiyle illa ki içinden geçeceğiniz bir alan. Birbirini takip eden park bahçe gibi düşünebilirsiniz bu üçlüyü, bu bahçelerin içinde de yine görkemli binalar ve anıt heykeller falan var. Volksgarten’de bir noktada durup kendi etrafınızda döndüğünüz zaman dört bir yanınızın güzel binalarla çevrildiğini fark edeceksiniz.
Rathaus Park & Rathaus (Belediye Binası)
Kış aylarında Belediye Binası’nın bahçesinde buz pateni alanı kuruluyormuş. Biz o haline denk geldik. Bina bayağı güzel, ama dev bir reklam afişiyle kapanmıştı. Yapmayın böyle şeyler nolur .s Ayrıca binanın önünde de yeme içme stantları falan vardı. Neyse, gidip görülesi.
Parlamento Binası
Bahsettiğimiz güzel binalardan biri. Rathaus’un hemen yanında kalıyor. Ayrıca girip gezebiliyormuşsunuz da ama biz girmedik, girdiğimiz yerler bize yetmişti…
Ulusal Kütüphane*
“Ya kardeşim yurtdışına gelmişken kütüphanede işimiz ne?” demeyin, gerçekten hayatınızın en büyük hatası bu olabilir klşsdfasdf. Burası Viyana’da en etkilendiğimiz yerlerden biri olabilir. Devasa bir kütüphanenin sadece giriş salonunu görmek bile (diğer kısımlar kütüphane olarak hala kullanımda olduğu için turist olarak girilmiyor galiba) adeta bizi büyüledi. 3-4 metre uzunluğundaki kitap rafları, önlerindeki kocaman merdivenler, tavan işlemeleri, resimler ve birbirinden eşsiz, güzel eserler. Sayısız değerli sanatçı, yazar, bilim insanının eserleri de burada bulunuyor. Bi yarım saatinizi buraya ayırmanızı şiddetle tavsiye ediyoruz.
Opera Binası
Eğer ki bizi Instagram’dan takip ediyorsanız ya da blog yazılarımızı okuyorsanız her gittiğimiz şehrin opera binasında bir gösteri (opera, bale ya da konser) izlediğimizi öğrenmişsinizdir (takip ediyosunuz di mi 🙂 ). Opera binası Karlsplatz metro durağına çok yakın, şehrin tam merkezinde diyebileceğimiz bir lokasyonda. Stephansplatz’tan falan da rahatlıkla yürünebilecek bir mesafede. Çok çok görkemli ve güzel bir bina. Normalde insanlar gündüz de bir ücret dahilinde turistik olarak gezmeye gidiyorlarmış hatta opera binasına. İçerisi de en az dışı kadar estetik. Biz 1-2 tane falan post çekildik hatta burda. 🤭 Biz burada John Cranko’nun, Pushkin’in Eugene Onegin isimli romanı ve Tchaikovsky’nin aynı isimli operasına dans figürleri ekleyerek aranje ettiği Onegin isimli balesine gittik. Tek sıkıntımız görüş açımızdı maalesef. Ucuz etin yahnisi hesabından cidden çok zor görebildiğimiz (hatta bazı kısımlarını göremediğimiz) bir yerde oturuyorduk. Ona rağmen gerçekten çok keyif aldık. Eğer ki sizin de fırsatınız olursa burada bir gösteri izleyebilir ya da en kötü ihtimal gündüz görmeye gelebilirsiniz (Viyana Pass geçmiyor burada anladığımız kadarıyla). Hiç pişman olmayacağınız bir yapı.
Hundertwasser Evleri*
Burası Viyana’da havaalanından sonra ilk uğradığımız yer oldu galiba. Evimize giriş saatimiz 14.00 olduğu için vaktimizi boşa harcamak istemedik ve çantalarımız sırtımızda koştura koştura buraya Viyana’daki ilk postumuzu çekmeye gittik ehehe. Ressam ve mimar Friedensreich Hundertwasser’in (hatta sonra müzelerde bir sürü resmini de gördük) tasarladığı bu evler gerçekten Instagram postu çekmek için çok uygun. Zaten önünde fotoğraf çekmek için bekleyen insan kalabalığından da bunu anlayabilirsiniz. Aynı zamanda bu binalar modern sanat müzesiymiş ancak biz ilk günden müze gezmeyi çok istemediğimiz için içine girmedik.
Ankeruhr (Saat)
Burası da Viyana’nın sembollerinden biri olan, iki bina arasında köprü şeklinde yapılmış olan gösterişli bir saat. Biz özellikle buraya gitmek için bir not almamıştık kendimize ancak zaten merkezi bir yerde olduğu için yemek yemeye giderken rastgele gördük. Öyle çok bir olayı var gibi gelmedi açıkçası asdasd. Öğlen saat 12’de üstündeki bir heykelin gösterisi falan oluyormuş galiba. Eğer ki gitmeyi düşünüyorsanız bu saati denk getirmeye çalışmanızı tavsiye ediyoruz. Ama bizce görmezseniz de çok bir kaybınız olmaz.
Wiener Stadtpark
İçinden geçen kanalla şehri bizim için turistik ve lokal bölge olarak ikiye ayıran parktır. Hemen yanında bulunan Landstaße metro durağı ve Wien Mitte tren durağı bizim için Gayrettepe gibi bir şey olup ulaşım ağımızın temelini oluşturmuştur. Nehrin öteki tarafından daha çok yeme/içme kısmında bahsedeceğiz. Parka gelecek olursak, şehre ilk geldiğimizde elimizde bavullarla buradan geçtiğimizde yoğun bir ot kokusuyla karşılaşıp afalladık. Sonraki günlerde birtakım dükkanlar görmemizle beraber yaptığımız araştırmalar sonucunda Avusturya’da ot satışının legal olduğunu öğrendik. Bu arada parka gelemeyeceğiz galiba fgasdf. Neyse evet, parkta yine güzel bir bina (konser salonuymuş) ve Strauss heykeli vardı hatırladığımız kadarıyla. Bu parkı görmek önceliğiniz olmayabilir.
Müzeler
Albertina*
Burası aslında gözden çıkardığımız bir müzeydi, çünkü reklamı daha çok Picasso ve Chagall üzerinden yapılıyor ve ne alaka bu insanlar buralı değil gibi bir mantık yürütmeyle hareket etmiştik ve zaten Picasso’yu Madrid’de bolca görmüştük. Ama o müze kartı bizim elimize vermeyecektiniz… Nasıl olsa kart var diyerek her yere girdiğimiz son gün buraya da geldik. Picasso ve Chagall eserleri bir odada toplanmış ve çok fazla değiller, müze de kesinlikle onlardan ibaret değil. Ekspresyonizmden tutun Pointilism’e (Noktacılık) kadar birçok akımın çok güzel örneklerini gördük. Yeni Nesnellik akımının temsilcisi olan Franz Sedlacek’i özellikle çok sevdik. O gün müze kusacak duruma gelmiş olmasak kesinlikle daha çok zevk alırdık, ona rağmen kendisiyle ilgili çok pozitif düşüncelerimiz var, çekinmeden gidiniz.
Freud’un evi*
Çok üzülerek söylüyoruz ki buraya gidemedik. 🙁 Viyana müzelerle ve saraylarla dolu bir şehir olduğu için bir yerlerden feragat etmemiz gerekiyordu ve o şanssız yer burası oldu maalesef. Bunun sebebini de açıklayalım, burası hakkında yorumları okuduğumuzda genel kanı buranın bir hayal kırıklığı olduğu ve burada vakit kaybetmememiz gerektiği üzerineydi. Freud Yahudi olduğu için 2. Dünya Savaşı zamanı Viyana’daki bu evinden ayrılıp Londra’ya taşınmak zorunda kalmış. Bu esnada da eşyalarının çoğunu oraya götürmüş ve şu anda oradaki evinde sergileniyormuş. O yüzden gidecekseniz de buradan beklentinizi çok yüksek tutmamanızı öneriyoruz (Tabi ki bizimkiler tamamen kulaktan duyma bilgiler).
Mozart’ın evi*
Burası da adından gayet anlayabileceğiniz bir yer ehehe. Mozart çok kısa süren hayatının yaklaşık 10 yılını Viyana’da geçirmiş ve orada yaşadığı evi de müze haline getirmişler. Mozart’ın yaşadığı evler içinde en geniş olanı bu evmiş. Müze malumunuz görsel olarak çok güzel bir müze değil. Genelde Mozart’ın el yazması besteleri, yaşamına dair bilgiler falan var. Müzeye dair en büyük eleştirimiz içerisinde hiç bir ev eşyası bulunmamakta. Sadece bir kroki ve maket var, orada evin eski dizilimi gösteriliyor ama o zamanki eşyalardan neredeyse hiçbir şey yok. O yüzden bizi bir tık hayal kırıklığına uğratsa da Viyana kartla ücretsiz girdiğimiz için çok da üzülmedik. Eğer ki çok vaktiniz varsa uğrayabilirsiniz ama olmazsa olmaz bir şey olarak düşünmenize çok gerek yok.
Gitmediğimiz ama ilginizi çekebilecek müzelere de şöyle bir yer verelim dedik.
Müzik Müzesi*, Viyana batı müziği için çok önemli bir yere sahip olduğu için ziyaret edilebilir. Hatta Viyana’da doğan ya da hayatının bir kısmında Viyana’da yaşayan sanatçıların bir kısmı şunlar: Beethoven, Mozart, Strauss, Schubert, Haydn, Mahler, Schönberg. Varın siz düşünün artık.
İkinci Dünya Savaşı’nda önemli bir rolü olan Avusturya’daki Yahudilerin tarihini merak edenlere, içinde eski bir sinagogdan kalıntılar da bulunduran Yahudi Müzesi* ilginç gelebilir.
Secession bir modern sanat müzesi, ismini içlerinde Klimt ve ünlü mimar Otto Wagner’in de bulunduğu Avusturyalı sanatçıların öncülük ettiği bir akımdan alıyor. Müze kartının geçmemesi ve müze kartına o kadar para verdikten sonra müze kartı geçmeyen aktiviteleri şiddetle reddetme eğilimine girmemiz sebebiyle kapısından döndüğümüz müzedir. Oysa gezdiğimiz o kadar sanat müzesinde bu akımın adını bolca duyduğumuz için merak da etmiştik. Giderseniz fikirlerinizi aşağıdaki yorum kutucuğunda bizle paylaşın!
Bunlara ek olarak Viyana’nın belki de en çok ziyaret edilen müzelerinden 2’sine de gidemedik, bunlar Viyana’nın Louvre’u ya da Prado’su diyebileceğimiz Sanat Tarihi Müzesi* ve Müzede Bir Gece filmindeki gibi dinozor iskeletlerinin falan bulunduğu Doğa Tarihi Müzesi*. Biz bunlara niye gitmedik, manyak mıyız biz, diye şu an kendimizi sorgulasak da her birinin en az yarım günümüzü alacağı gerçeğini hatırlatarak kendimizi teselli edebiliyoruz (Viyana’ya tekrar gitmemiz farz oldu).
Museumsquartier
Birkaç müzenin bir arada bulunduğu bir iç meydan gibi düşünebilirsiniz burayı. Yukarıda bahsettiğimiz bahçeler üçlemesi ve Doğa ve Sanat Tarihi Müzelerinin yakınında bulunuyor. İçinde şu müzeler var:
Leopold*
Viyanalı birçok sanatçının eserlerini bulabileceğiniz sanat müzesi. Biz Klimt ve Schiele için ilk sıralara yazmıştık, Klimt deyince zaten Rüya’da akan sular durduğu için, gittiğimize pişman olmadığımız bir müze oldu. Kokoschka ve Hundertwasser’in de birçok eserini burada gördük.
Bir de New Objectivity (Yeni Nesnellik) akımının temsilcilerinden birkaç eser olan bir bölüm vardı, bu akım bizim çok hoşumuza gidiyor, Albertina’da da takipçisi olduk zaten.
Mumok*
Bu da sanıyoruz Viyana’nın en önemli modern sanat müzelerinden, en önemlisi de olabilir. Hakkında çok övgü duyduk, ama malum Viyana sanat müzesi kaynadığı ve başka önceliklerimiz olduğu için burayı gözden çıkarmak zorunda kaldık. Belki siz girersiniz.
- İlgilisine, müze meydanında ayrıca şu müzeler de var: Mimari Müzesi & Çocuk Müzesi & Kunsthalle* (Modern Sanat Müzesi). Bunların ilk ikisinde Viyana Pass geçmiyor.
Prater Eğlence Parkı*
Burası koooskocaman bir eğlence parkı ancak bizim burayla olan anımız hiç güzel değil maalesef. Yine Vienna Pass’in ekmeğini yemek için dönme dolaba binmek istedik. Bu eğlence parkına giriş ücretsiz, her bir oyuncağa binmek için 5 euro veriyorsunuz (kışın çalışmıyorlar), Viyana Pass Holywood filmlerinin arkaplan görseli olarak ün yapmış ikonik dönmedolaba ücretsiz biniş hakkı sağlıyor. Akşam 8’e kadar açık görünmesine rağmen 19.30’da oraya vardığımızda maalesef ki kapalı olduğunu gördük. Kış aylarında erken kapanıyormuş ama buna dair hiçbir bilgi yok. Hatta kapısında 1 yıl öncenin zaman çizelgesi falan vardı. Neyse ertesi gün kapanmadan gelmeyi başardık bu sefer de çocuk terörüne uğradık, en son dönme dolap kabininde tepemize çıkan çocuklar vardı asdfasf. Sonuç olarak çok bi olayı yok, öyle çok şehir manzarası falan da görünmüyor çünkü hafif kirli bir camla kapalı. Sırf Vienna Pass’e bedava diye gidilir gidilirse. Ama bir arkadaşımız parkın büyüklüğünü ve çok güzel aletler olduğunu anlata anlata bitirememişti. Yaz için güzel bir seçenek olabilir.
Kahlenberg Tepesi
Viyana’da yaşamış birinden buraya gidin diye özel tavsiye aldığımız için çok gitmek istediğimiz, ama merkezde görmek istediğimiz yerleri asla bitiremediğimiz için gidemediğimiz seyir tepesi. Şehir merkezine biraz uzak kalıyor. Güzel bir şehir manzarası sunuyor gibi, bizce eğer vaktiniz varsa ve hava da güzelse (biz belki baharda falan gitsek daha bi öncelik verirdik) yiyeceğinizi içeceğinizi alıp günbatımına falan gitmek iyi bir fikir olabilir.
Viyana’da Yeme/İçme
Yeme içme kısmına kesinlikle cumartesi yaşadığımız REZALET OLAYla başlamak istiyoruz. Artık son gecemiz, akşamüstü 6 olmuş saat, biz yorgunluktan bitmişiz, lunaparktaki aşırı overrated dönme dolaptan indiğimiz için mutsuz ve moralsiziz, tek arzumuz bir yere gidip bira içip rahatlamak. İşte sefilliğimiz bu noktada başlıyor. Stephansplatz tarafına gidiyoruz orası kafe/bar kaynıyor diye. Hatta o kadar safız ki o an, Figlmüller’e gidip içimizde kalan bir yemeği denemeyi falan düşünüyoruz (Viyana’nın en popüler restoranı, hemen aşağıda anlattık). Talihsizliğimiz Figlmüller’deki kadının kapıyı suratımıza bir böcekmişizcesine çarpıp rezervasyonsuz gelemezsiniz demesiyle yüzümüze tokat gibi vuruluyor ama hala farkına varamıyoruz. Neyse lafı uzatmayalım, tam İKİ BUÇUK SAAT boyunca Viyana sokaklarını arşınlayışımız ve oturup bira içecek tek bir boş yer bulamayışımızın trajik öyküsü en azından size burada anlatacabileceğimiz mekanları çeşitlendirmiş oldu. Bu süreçte girip çıktığımız mekanlardan hatırladıklarımız hakkında izlenimlerimizi de sizlerle paylaşıyor olacağız agfdgasd.
Ha bu arada, yukarıda bir yerde şehrin lokal kısmıyla turistik kısmını ayıran Wiener Stadtpark’tan bahsetmiştik. İşte o izlenimimiz de bu serüvenden ileri geliyor. Merkez tarafta oturacak tek bir yer bulamadıktan sonra buraya geçip ilk gördüğümüz yere oturduk, TEŞEKKÜRLER NEHRİN ÖTEKİ YAKASI!
Figlmüller
Yeme içme kısmına Viyana’nın en meşhur yeriyle başlayalım istedik. Burası Viyana’nın en bilinen şnitzelcisi. Dünyanın en kocaman porsiyonlu şnitzellerini burada gördük galiba ehehe. Gerçekten çok büyük bir porsiyonda şnitzeli üstünde bir parça limonla servis ediyorlar. Yanında salata falan hiç bir şey olmuyor. Buranın diğer bir meşhur yemeği de patates salatası. Genelde insanlar burada şnitzelin yanında bir de patates salatası yiyor ama bize birer şnitzel bile biraz fazla geldi. Patates salatası çok güzel göründüğü için içimizde kaldı ama. Başka yerde denediğimizde ise buradakine hiç benzemeyen bir şekilde mayonezli bir püre şeklinde geldi. 🙁 Ama şnitzelleri gerçekten güzeldi. Ha bi şnitzel ne kadar farklı olabilir derseniz, ona biz de katılıyoruz asdfasdf. Ama Viyana’ya kadar gitmişken burdan yiyin bizce. Bir uyarı yapalım bu konuda. Haftasonu akşamları (hatta belki haftaiçi akşamları da) burada rezervasyonsuz yer bulmanız biraz zor. O yüzden önceden yer ayırtmanızı ya da gündüz gitmenizi öneriyoruz.
Naschmarkt (Do-An)
En meşhur yerlerden biriyle devam edelim o zaman. Burasını bizim pazar yerleri gibi düşünebilirsiniz. Dar bir koridor içinde karşılıklı ve sıralı mekanlar var. Yaklaşık 500 metre boyunca birbiri ardına pazar tezgahı gibi tezgahlar da var. Zeytin, peynir, bir takım tapaslar ve atıştırmalıklar tezgahlarda sergileniyor ve bu tezgahların bazılarının da içeride kapalı oturabileceğiniz bir yeri de mevcut. Bazı yerlerde ise tezgah yok sadece bir restoran var. Biz de bu tezgahsız olan restoranlardan birini seçip oturduk. Ben hindi şiş denedim, rüya ise yemeden öncekinden daha aç vaziyette bitirdiği bir mozarellalı salata yedi. Lezzet olarak fena değillerdi ama zaten bu uzuuuun koridorda fazla bir seçenek de yok açıkçası. 500 metre sıralı mekanlar olmasına bakmayın çoğu mekan birbirine benzer şeyler yapıyor ve çoğu mekanın sahibi de Türk. Yani yurtdışına gitmişken oraya özgü farklı lezzetler deneyeyim demek için çok doğru bir mekan değil burası ama yine de gitmişken görülmesi gereken turistik bir yer olduğunu düşünüyoruz.
Sacher Cafe
Operanın hemen yanıbaşında bulunan Hotel Sacher’in kafesi olan Sacher Cafe’de Viyana’nın belki de şnitzelden sonraki en meşhur yemeği bulunmakta. Gerçi yemek değil de tatlı. Kayısı reçeli içeren ağır bir çikolatalı kek. Bunu yemesek sanıyoruz ki öneren insanların çokluğu yüzünden büyük bir linç yiyecektik. Tadının güzel ama yerlere göklere sığmayacak kadar da abartılı olmadığını düşünüyoruz. Ama adeta Grand Budapest Hotel tarzı eski ve fancy bir otelin kafesinde yemek bir tık heyecanlı oluyor. Yanlış hatırlamıyorsak fiyatı da öyle aşırı abartılı değildi 7.5 € gibi bir şeydi. Viyana’ya gitmişken bizce yenir.
Cafe Opera
Bale öncesi ufak çaplı bir yemek krizi yaşadık. İlk akşamımız olduğu için henüz Viyana fiyatlarına adapte olamadığımızdan mı yoksa Opera çevresindeki mekanların pahalı olmasından mı bilemiyoruz ama gez dolaş derken baleye yetişemeyeceğimizi fark ettiğimiz noktada soluğu Opera Binası’nın içindeki Cafe Opera’da aldık. Burada apple strudel (elmalı tart) ve Viyana usulü bir kahve (Wiener Melange) denedik. Bu kahvenin Osmanlı’dan Türk kahvesini öğrendikten sonra yumuşatmak için üzerine süt eklenmesiyle geliştiğini okumuştuk. Ne kadar doğru bilemiyoruz. Kahve güzeldi bizce ama elmalı tart bizi biraz hayal kırıklığına uğrattı, aşırı elmalı bir gözleme gibiydi agsjaha. Belki yanlış kafede yemeyi tercih etmişizdir, başka yerde denemedik çünkü. Kahveler 4 küsur euro, tatlı ise 4.70 €.
Cafe Hawelka
Burası Stephensplatz yakınlarındaki meşhur Viyana kafelerinden. Eskiden sanatçıların takıldığı, hatta yiyip içtiklerini ödeyemediklerinde duvarlarına çizimler bıraktıkları (hala duruyor) bohem bir kafeymiş. Bunu duyunca duramadık gittik tabii. Çok değişik bir ortam olduğunu söyleyebiliriz. Bi kere menüsü yok, ayağa kalkıp bir duvarda bulunan menüye gitmeniz gerekiyor her seferinde bakmak için, üstelik o da Ingilizce değil. Garsona bu ne dediğinizde ters ters cevaplar alabiliyorsunuz, “o hiç bi şey değil” falan gibi afdjaga. Menüdeki en ucuz şeyleri özellikle sorduğumuz için olabilir tabii bu tavır ama pek hoş değil sonuçta. Bunun üstüne bir de aynı garson hesabı getirirken üzerinde yazan “bahşişler hesaba dahil değildir” yazısını parmağıyla hunharca dürtükleyip gitti. Neyse yine de ortam bizim hoşumuza gitti, fiyatlar da Viyana’ya göre bizce orta-alt düzeyde sayılır. Şarabı bayağı şişenin çeyreğini boşalttıkları değişik bir kadehte getiriyorlar (yoksa direkt su bardağı mı hatırlayamadık agdjag). Beyaz şarabın çeyreği 4.5, kırmızının 6.5 € gibi bir şeydi.
Cafe Saadi
Burası bizi Viyana’da en çok şaşırtan yerlerden biriydi. Dışardan görünüşü biraz nargile kafe tarzı bir yer olmasına rağmen menüdekiler ve lezzetleri gayet iyiydi. Airbnb’de kaldığımız yerin hemen karşısında olan bu yerde bir gün kahvaltı yaptık. Birimiz Lübnan usulü zahterli pide ve humus yedi, birimiz de biraz daha klasik bir kahvaltı tabağı. Fiyat performans açısından gayet memnun kaldığımız bir yerdi. Ha tabi yeri merkeze biraz ters o yüzden özellikle buraya gidin demiyoruz ama olur da bu taraflara yolunuz düşerse ve çok da ciks olmayan biraz daha uygun bir şeyler yemek isterseniz güzel bir tercih olabilir.
Cafe Milano
Geldik bizi şaşırtan diğer bir yere. Adının Cafe Milano olduğuna bakmayın Cafe Yozgat olmalıydı aslında. Ucuza kahvaltı yapmak istediğimiz bir sabah buraya oturup çikolatalı kruvasan var mı diye sorduğumuzda aldığımız cevap çok güzeldi. Kasadaki teyze bize dönüp “Yavrum yanda Billa var ordan alın gelin ben gayvenizi yaparım.” cümlesini duyunca kıkırdamaya başladık. Gerçekten de yandaki “Billa” marketten 2 tane çikolatalı kruvasan alıp gelip burada kahvemizi yudumlayarak yedik eheh. Sadece kahvelerini içtiğimiz için çok bir şey söyleyemeyeceğiz. Burası da yine Cafe Saadi gibi kaldığımız yerin hemen karşısındaydı, olur da buralara yolunuz düşerse Yozgatlı teyzemize bir merhaba demek için oturabilirsiniz.
Pizza Bizi
Bir takipçimizin önerisiyle gittiğimiz, Stephansplatz yakınlarındaki pizzacı. Dilim pizza mantığıyla çalışıyorlar, dev gibi dilimler gerçekten, iki taneyle tıka basa doyabilirsiniz. Lezzet olarak olmazsa olmaz bir yanı yok bizce, ama ortamı hoş. Bizim hoştan kastımız genelde rahat, kasıntı olmayan, demek oluyor, yani o yüzden lüks bir mekan beklentisiyle gitmeyin lütfen. Mekan self servis. Yukarıdaki masaların tepesine kütüphanedeki favori masamızda olduğu gibi inen lambalarıyla hatırlayacağız kendisini.
Bierteufl
Geldik Viyana’daki favori barımıza. Buraya, haritaya bakarken rastgele görüp beğenip geldik ve bizi fazlasıyla memnun etti. Mekanın iç dizaynı çok çok tatlı. Çok gürültülü değil, loş ışıklı ve bir sürü çeşit bira var. Tam olarak oturup değişik biraları yudumlayıp sohbet etmelik bir yer. Garsonları ve sahibi de o kadar tatlı ki yanımıza gelip uzun uzun bütün biraların özelliklerini anlattılar ve birkaçını denedik. Buradaki tek hayal kırıklığımız maalesef ki patates salatasıydı. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Figlmüller’de görüp çok özenmiştik, aynı gün buraya oturunca birayla güzel gider diyip patates salatası siparişi verdik. Yanında da kızartılmış sebzeler ve cips söyledik. Ama maalesef ki patates salatası çok kötüydü. Püremsi bir kıvamda ve içi mayonez doluydu. Kızartılmış sebzeler gayet lezzetliydi, cips olarak da küçük Pringles getirdiler. Ciddi ciddi Pringles, kutusundan bile çıkarmadan hatta sadaasdasd. Neyse buraya bira içmeye gelmenizi kesssinlikle tavsiye ediyoruz ama gözlemlediğimiz kadarıyla mutfak olarak çok başarılı değil. O kısmı da sizin inisiyatifinize bırakalım eheh.
Gossip No2
Burası o lanetli akşamı yaşadığımız gün bizi kurtaran mekan oldu. Girip çıktığımız 9898. mekandan sonra çaresizlikle göz bebeğimiz Bierteufl’a giderken köşede burayı gördük ve hadi son kez bir yere daha bakalım diye buraya girip oturduk. Biz gittiğimizde bomboştu ve fiyatlar da çok pahalı değildi. Bira, şarap ve patates kızartması söyledikten sonra oturup, ısınıp, mükemmel ötesi storylerimizi (:P) burada sizlerle paylaştık. Mekanın öyle çok bi özelliği yok, içki olarak da çok aşırı çeşitleri yok ama fiyat performans olarak uygundu ve en önemlisi boştu, oturabildik. Gitmeden dönmeyin falan demiyoruz burası için, size kalmış.
Paddy’s
Galiba şans eseri Viyana’nın en ucuz barını bulduk. Yanından geçerken çok beğenip “Aa akşam buraya gelelim.” diyip not alıp, akşam da yemekten sonra 1 kilometre falan soğukta ta buraya kadar geldik. Ancak geldiğimizde yaşadığımız hayal kırıklığını cidden buradan size tarif etmemiz çok zor. Her yeri çiş kokan, yüzyıllardır yerleri falan silinmemiş, bodrum kat gibi bir yerde oturulan ve wifi olmayan bir mekana gelmişiz. Yani belki Viyana’da yaşayıp arkadaşlarımızla çok ucuza bira içmek istesek gelebileceğimiz bir mekan ama 3 günlük bir geziye gitmişken burada oturmamızın çok saçma olduğunu düşünüp mekandan sipariş vermeden çıktık. Bu konuda da kararı size bırakıyoruz tabii ki eheh.
Reinthaler’s Beisl
Burası aslında yer bulup oturabilmemize rağmen kalkıp gittiğimiz ikinci mekan. Biz de acaba çok mu müşkülpesentiz diye şöyle bir düşündük blogu yazarken gasdfads. Neyse neden kalktınız derseniz, burası cidden dar bir mekan, aslında sevimliydi bizce, ama çok küçük olduğu ve insanlar cumartesi akşamı kapış kapış yer aradığı için masalara ayrı grupları oturtuyorlar. Bizim maalesef tanımadığımız insanlarla aynı masayı paylaşma konusunda takıntılarımız var… O ancak Ayvalık tostçusunda olur canım, üzgünüz.
Blue Mustard
Yine Stephansplatz civarında bulunan, travelovic kriterlerine göre aşırı ciks mekan. Yani param var diyorsanız gidin tabii çok güzel ama biz Sezercik bakışı atıp çıktık.
1516 Brewing Company
Buranın methini de daha gitmeden önce araştırırken duymuştuk. Madem oturacak mekan bulamıyoruz buraya gidelim bari diyip uğradığımızda, buranın asla böyle deneyerek gelinecek bir yer olmadığını anladık. Viyana’nın nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ı falan buradaydı galiba. 2 katlı mekanda bırakın oturulacak yeri, adım atılacak yer bulmak bile çok zordu. Hatta bir o kadar kişi de ayakta yer boşalmasını bekliyordu. Tam o sırada bir yer boşaldı 2 kişilik, bekleyen gruplar genelde kalabalık olduğu için biz atılıp oturabilir miyiz dediğimizde ise yemek yiyip yemeyeceğimizi sordular. Biz sadece bir şeyler içip yanında çok küçük bir şeyler atıştırabiliriz belki dediğimiz için bizi masaya oturtmadılar. Hele şunlara bak hele. Müşteri seçiyorlar. Neyse yani çok da suçlayamıyoruz adamları hac zamanı Kabe kalabalığına ulaşmış bir mekanın böyle seçici davranması da anlaşılabilir. Eğer ki boş bir zamanına denk gelebilirseniz onlarca bira çeşidinden denemeye gidebilirsiniz. Bizim deneyimimimiz hoş olmasa da güzel bir mekana benziyordu.
Kleines Cafe
2 buçuk saatlik kafe/bar arama merasimimizin en gözde mekanı burasıydı diyebiliriz. Zaten gelmeden önce bir yerlerde okumuştuk, kendisi minicik bir kafe, yaz aylarında dışarıya masa sandalye atılıyor ve öyle oturuluyormuş. Neyse girdiğimiz 15 kadar mekanda içimize sinen tek burası vardı, ama tek boş yeri otursak mı diye düşünürken başka birine kaptırmış bulunduk. Bu olayı hala atlatamıyor ve yazarken bile üzülüyoruz. Bizim için şu sevimli yerde oturup bi şeyler için denk gelirse. 🙁
Cafe Central & Demel & Cafe Mozart & Aida & Balthasar Cafe Bar
Bunların ilk 4’ü aşırı önerildiği için listemizdeydi. Ama hepsine gidebilmemiz mümkün değildi maalesef. Cafe Central dünyanın en turistik kafesi, önünde sıralar falan oluyor girmek için, açıkçası böyle şeyler pek bize göre değil. Oradaki 3 günlük vaktimizi kafe sırası geçirerek beklemek istemediğimiz için yeltenmedik bile, önünden geçtik ama evet sıra vardı bayağı gerçekten.
Bunlardan en çok Demel içimizde kaldı diyebiliriz. Bir arkadaşımızın günde en az 2 kere buraya gitmemiz gerektiğine dair yoğun ısrarlarına rağmen gitmedik, bizim eşekliğimiz sadece afdjaga. Sonradan pişman olduk çünkü içeride tatlıların yapımını canlı olarak görüyormuşsunuz.
Balthasar Cafe de Viyana’da yaşayan bir takipçimizin önerisiydi, o yüzden çok gitmek istedik ama bulunduğu konumla kahve molası ihtiyacımız bi türlü denk gelemediği için deneyemedik maalesef.
Eve götürmelik meşhur tatlar
Bizim en sevdiğimiz Mozart çikolatası oldu. Birçok marka ve farklı şekilde olanı var ama Mirabell marka tavsiye edilmişti. Biz de onun minik topçuk şeklinde olanlarından aldık. Hala kahveyle yiyoruz. 🤭
Bunun bir de çikolatalı likörü var. Pek tek başına tüketilecek bir şey değil bizce, çok yoğun kıvamı. Kahveye falan katıp içince fena olmuyor.
Son olarak, Viyana’da her yerde, metrolardaki otomatlarda falan görebileceğiniz Manner gofretleri var ki bizce 9 Kat Tan’tan hiçbir farkı yok. Merkezde pembe bi dükkanı var çeşit çeşit ürünleri mevcut. Denemeseniz de olur ama dfasdsg.
Viyana’da Kaç Gün Kalınır?
Bilmemkaçıncı blog yazımızda artık biz bu soruyu hiç sevmediğimize karar verdik. Çünkü biz bir şehirde hep daha fazla kalmak isteyecek sebepler buluyoruz ve vaktimiz bize asla yetmiyor. Bazen insanlar biz seyahatimizi planladıktan sonra “ay ne yapacaksınız orda 3 gün çok sıkılırsınız” deyince artık gülmemek için kendimizi zor tutacak duruma geldik. Biliyoruz ki insanlar Viyana’yı genelde çok kısa ziyaret ediyorlar, şu yukarıda bahsettiğimiz meşhur Viyana-Prag-Budapeşte üçlüsü yüzünden. Bize sorarsanız Viyana’dan bir şey anlamak için 3 gün kalmak gerekiyor, ama müzeleri, sarayları görmeyecekseniz, klasik müzikle falan da ilgilenmiyorum derseniz 1 günde turistik yerlerini şöyle bir görebilirsiniz herhalde.
Son olarak, biz gitmedik ama buradan günübirlik Bratislava’ya gitmek çok popülermiş, 4. Bir günümüz olsaydı giderdik. İsterseniz onu da bir değerlendirin.