fbpx

Ender Köşesi: Birbirinden İzlenesi Mini Mini Diziler

                 Bir diziye başlayıp günler, haftalar, belki aylar boyunca onu izlemek istemiyor musunuz? Bir filmin başına oturup 2-3 saatinizi ona ayırmak sizi yıldırıyor mu? O zaman tam size göre bir yazım var. MİNİ DİZİ YAZISINA HOŞGELDİNİZ. 

The Night of 

       Bir HBO şaheseriyle başlayalım istedim. Zaten bunu çoğunuzun izlemiş olma ihtimali yüksek, öyle az bilinen bir mini dizi değil. Uyuşturucu etkisinde ne yaptığını bilmeyen Pakistanlı göçmen bir gencin Amerika mahkemelerinde ve hapishanesinde yaşadıkları diye özetleyebiliriz. Çok da bir şey anlatmayayım spoiler olmaması için. Riz Ahmed ve John Turturro’nun (favori aktörlerimden) oyunculukları ise pastanın üzerindeki çilek olmuş resmen. En etkilendiğim ve sevdiğim mini dizilerden olan The Night of’u kesinlikle tavsiye ediyorum.

Chernobyl 

       Şimdi bu başlıkla bir yazı yazıp Chernobyl’i yazmamak olmazdı. Yine bir HBO şaheseriyle devam ediyoruz. Zaten dünyada bilmeyen 3-4 kişi falan kaldı galiba bu diziyi ama olsun yine de yazmak istedim. Adı üzerinde Çernobil Nükleer Santral patlamasını konu alan bu dizimiz olayı iç yüzleriyle gösteriyor. O dönemki Sovyet Rusya’nın olayı gizlemesinden tutun, bu uğurda ölen binlerce insana kadar her şeyi şeffaflığıya gösteriyor. Ha tabi biraz Komünizm ve Sovyet Rusya karşıtı propaganda yaptığını, o yüzden ne kadar objektif olduğunu bilmediğimi de belirtmeden geçmeyeyim. Ama özellikle o ilk bölümdeki gerginliği iliklerinize kadar hissetmek için kesinlikle kaçırmamanız gereken bir yapım.

11.22.63

       Bilimkurgu desen değil, fantastik desen tam değil nasıl bir tanımlamaya konulur bilemediğim bir diziyle devam edeyim. Normal hayatına devam even James Franco (dizideki adını unuttum eheh) birden garip bir şey yaşar. Aboo hem de ne garip. İçine girildiğinde 1960 yılına döndüren bir deliğin varlığından haberdar olur. Yine aynı şekilde bu deliğe 1960 yılında girince de geleceğe döndürüyor. Buna bu deliği gösteren abi de yıllarca düşünmüş ben bunla napsam diye ve dizinin adındaki tarihte meydana gelen Kennedy suikastine engel olmaya çalışmaya karar vermiş ama becerememiş. E hal böyle olunca bu abi James’e diyor ki bunu yapsan yapsan sen yaparsın. Böyle önemli bir misyonu üstlenen James’in neler yaşadığını görmek için sizi dizi izlemeye davet ediyorum asdada. Sıkılmayacağınız, eğlenceli ve değişik konulu 8 bölümlük bir dizi. 

The Lost Room

       Bu sanırım hayatımda izlediğim ilk mini dizi. Zaten bundan etkilenip sonra yana yakıla mini dizi aramaya başlamıştım. Bu 3 bölümlük leziz dizinin aslında en az 1-2 sezonluk malzemesi var da uğraşmak istememişler heralde. İşte bu tam da hem bilimkurgu hem fantastik kategorisine koyabileceğimiz bir yapım. Paralel evren, süper güç şu bu ne ararsanız var. Ama asıl başarısı bunu senaryoya çok güzel yedirmiş. Ne böyle hiç bir şeyi anlayamadığınız senaryolardan, ne de her şeyin apaçık ortada olduklarından. Mini dizi geçmişiniz yoksa tam da başlamalık bir dizi, benden söylemesi. 

When They See Us

       Araya birkaç tane Netflix yapımı sıkıştırmazsak olmaz tabi. İçinizi sıkım sıkım sıkacak, izlerken Allah’ım al canımı da daha fazla üzme beni dedirtecek bir yapımla karşınızdayız. Ha o zaman neden izliyoruz derseniz, gerçekten çok kaliteli bir yapım. Bir tecavüz vakasından yargılanan birkaç siyahi çocuğun (evet çocuk) haksız yere yıllarının içerde geçtiğini, neler yaşadıklarını gözümüzün içine sokuyor adeta. Şimdi asıl vurucu yerine geliyorum. Tamamen gerçek bir olay anlatılıyor dizide. Neyse daha fazla eşelemeyeyim de siz izlerken perişan olun biraz da ehehe. 

The Jinx : The Life and Deaths of Robert Durst 

       Yine gerçek bir olayı anlatan ve yine bir HBO dizisiyle devam ediyoruz. Robert Durst isimli katil, şerefsiz, ahlaksız bir amcamızın konu edinildiği bir belgesel-mini dizi. Gerçekten izlediğim en etkileyici şeylerden biri diyebilirim. Amerika’nın saçma sapan hukuk sistemini de gözler önüne seren bu belgeselimsi dizi Robert amcamızla yapılan bir röportajı konu alıyor. Amerika’nın en zengin ailelerinden biri olan Robert karısını, bir arkadaşını ve komşusunu öldürüp parçalamasına rağmen yıllarca serbest şekilde gezmeye devam ediyor. Bunları anlatıyorum çünkü zaten pat diye öğreniyosunuz ilk bölümden. Neyse bir şeyi izlerken dehşete düşüp, bir insanı öldürmenin suç ama öldürdükten sonra parçalamanın suç olmadığını öğrenmek istiyorsanız sizi bu yapıma bekliyoruz.

Unbelievable

       Bir Netflix ABD suç mini dizisiyle daha devam ediyoruz. Ne çok yapmışlar he şimdi farkettim, ama güzel yapıyor keratalar neyse. Bu da Amerika’nın farklı yerlerinde olan tecavüzleri araştıran farklı polislerin aslında aynı kişiyi aradıklarını fark ettikleri bir seri tecavüzcü davası. Yine insanı gerim gerim geren ve gerçek bir hikayeyi konu alan bir dizi. Aşırı aşırı güzel değil güzel diyebileceğim bir yapım. Bunu da kaçırmayın bence. Ama dikkat edin yukarıdakilerle arka arkaya izlemeyin hepsini yoksa psikolojiniz bozulabilir sdfadfs.

And Then There Were None

       Ehehe geldik çocukluğumun en beğendiğim yazarı Agatha Christie’nin 10 Küçük Zenci romanının dizileştirilmiş haline. Hele bir de küçükken okuduğum bir kitabın (gerçi zaten tüm Agatha Christie’leri okumuş olabilrim asdad) dizisi olunca tadından yenmiyor. Bir adadaki malikaneye davetli olarak giden 8 kişi ve oradaki çalışan 2 kişinin bir bir ölmesini konu alan bu yapımımız da gerilimi iliklerinize kadar yaşatmayı çok iyi başarıyor. Ne kadar çok gerilim seviyormuşum. Bunu da bence listelerinizde yukarılara yazın. 

Escape at Dannemora

       Ben bu yazıyı yazarken bir şey farkettim. Mini dizilerin çoğunluğu gerçek olaylardan esinleniyor galiba asdadasd. Ben Stiller’ın yönetmenliğini yaptığı (ne alaka ben de bilmiyorum) bu mini dizi 2 tane mahkumun hapishaneden kaçışını, kaçmaya çalışışını konu alıyor. Gerçek karakterlere o kadar benzeyen oyuncular bulmuşlar ki cidden sonra gerçek kişileri görünce ağzım açık kaldı. Bu da iyi oyunculukları ve gerilimi çok iyi yansıtan kurgusuyla izlerken keyif alacağınız bir yapım. 

Seven Seconds

       Bu da çok çok iyi demeyeceğim ama izlenesi dizilerden. Yine üsttekilere benzer bir konusu var aslında. Alkollü araç kullanıp siyahi bir çocuğu öldüren bir polis memurunun suçunun üstünün örtülmesi ve kurtarılmaya çalışılmasını ve buna izin vermek istemeyen idealist bir savcıyı konu alıyor. İlk birkaç bölümü daha çok dram ağırlıklı olmasına karşın sonraki bölümlerde daha çok polisiye/dedektiflik konusunda ilerleyen bu diziyi de Netflix’te izleyebilirsiniz. 

Over the Garden Wall

       Tamam gerilim, polisiye, suç falan bunları bitirdik. Şimdi 2 farklı tarzda dizimizi söyledikten sonra uslu uslu yazımızı bitireceğiz. Buna da aslında bir çizgi film diyebiliriz ama çocuklar için yapılmış bir çizgi film değil bana göre. Ha çocuklar da izler öyle yetişkin unsurları yok da değişik konusu, güzel müzikleri ve absürd bir mizahı daha çok yetişkinler için yapılmış gibi geldi bana. 10 bölüm 11-12’şer dakikalık tatlı mı tatlı bir mini çizgi film. Çok fazla odaklanma gerektirmeyen, moraliniz bozukken falan eğlenmek için açmalık tam. 

Dekalog

       En derin ve en sevdiğimi en sona bıraktım. Krzysztof Kieślowski’nin 1989’da Polonya televizyonu için yaptığı 10 bölümlük bir mini dizi. Her bir bölümü Yahudilikteki on emirden birini anlatıyor. Her biri birbirinden daha vurucu. Oyunculukları, senaryosu, kamera ve ışık kullanımı, müzikleri her şeyiyle tam bir başyapıt. Neredeyse her bir saniyesinde ayrı bir gönderme, ayrı bir sembol olan bu yapım izlediğiniz en sanatsal dizi olabilir. Bunun zamanında televizyonda gösterilmek için yapıldığını düşününce de bir üzülmüyor değilim. Neyse bu şaheseri izlemezseniz gerçekten çok şey kaybedersiniz diyebilirim. Gerisi artık size kalmış. 🙂 

Rüya’dan Bonus:

Olive Kitteridge

       Ben de listeye birkaç sene önce izleyip çok beğendiğim HBO yapımı bir dram dizisiyle katılayım istedim. Elizabeth Strout’un Pulitzer ödüllü romanından uyarlanan bu dizi yalnızca 4 bölümcük. Öyle büyük şeylerden, fantastik olaylardan, sizi hayrete düşürecek ilginçliklerden uzak, küçük insanı konu alan bir dizi. Depresyondan muzdarip Olive’in yaşantısına, aile ilişkilerine, yalnızlığına en yakından tanıklık ederken bir kasabanın 25 seneye yayılmış öyküsünü de izliyorsunuz. Dizinin tam bir oyunculuk şöleni olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Başrolde oyunculuğuna hayran olduğum Frances McDormand, onun eşi rolünde ise Richard Jenkins bulunuyor ve adeta karakterlerin yaşadıklarını size de yaşatıyorlar. İzleme listesinde aksiyon şartı aramayan herkese gözüm kapalı tavsiye edeceğim bu diziyi izlerseniz eminim pişman olmayacaksınız.  

 

 

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir